HABBAB BİN EL-ERET R.A.:
İslâm ile ilk şereflenen
sahâbîlerden. İsmi Habbâb, künyesi Ebû Abdillah’dır. m. 586 senesinde
Mekke’de doğdu. 37 (m. 657)’de
de Kûfe şehrinde vefât etti. Resûlullah (s.a.v.) Zeyd bin Erkam’ın evinde
iken, burada müslüman oldu.
İlk müslüman olan erkeklerin altıncısı idi. İslâm’ın ilk günlerinde,
müşriklerin
kin ve intikamla baktığı
bir zamanda müslüman olmak, üstelik, müslümanlığını izhar etmek (açıklamak)
kolay iş değildi. Böyle bir
şeye cesaret göstermek bir bakıma can, mal, namus, kısaca herşeyini
göze almak demekti.
Hz. Habbâb, câhiliye
devrinde köle olarak satılmıştı. Daha sonra Ümm-i Enmâr-ül-Huzâî adında
müşrik bir kadının âzadlısı
oldu. Köle olduğu için kimse kıymet vermiyordu. Kureyşli müşrikler onun İslâm’a
girdiğini duyunca ona
işkence ve eziyet etmeğe başladılar. Zâlim müşrik kadın Ümm-i Enmâr, Hz.
Habbâb’ın müslüman olduğunu
öğrenmiş şaşkına dönmüştü. Ona göre olacak bir şey değildi. Şirk ve
küfür türleriyle, kalbi
simsiyah olmuş, basîreti körelmiş bu zavallı, Habbâb’ın (r.a.) kalbindeki îmân
nurunu
nereden görebilecekti.
Gözleri bakıyor, ama hakikati göremiyordu. Hz. Habbâb iyice bağlanmış, demirle
başı dağlanıyordu. Dışta
beden yakılıyor, içte îmân ateşi alev alev kabarıyordu. Fakat onların gönülde,
kalbde olup bitenlerden hiç
haberleri yoktu. Aslında onlar, vazgeçireceğiz diye uğraşırlarken, devamlı
teşvik ediyorlardı. Sanki,
Habbâb’ın (r.a.) vücudu işkence altında olmasına rağmen, onda ufak bir
çekinme, ızdırab
görülmüyordu.
Birgün Resûlullah’ın
huzuruna çıktı. Ümm-i Enmâr’ın zulmünü ve başının dağlandığını, arz edip,
sırtındaki yaraları
gösterince, Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Yâ Rabbi! Habbâb’a yardım et.” diye
duâ
etti. Bunun üzerine Ümm-i
Enmar, şiddetli bir baş ağrısına yakalandı. Baş ağrısından inleyip, durdu.
Neticede, bu ağrıdan
kurtulması için başının ateşle dağlanması gerektiği kendisine tavsiye edildi.
Zalimin
zulmü elbette hesapsız ve
cezasız kalmayacaktı. Adalet-i ilâhi tecelli etmiş. Bu sefer, Hz. Habbâb,
onun isteği üzerine Ümm-i
Enmâr’ın başını dağlıyordu.
İslâmın başlangıç
günlerinde, müşrikler, Habbâb bin Eret’in (r.a.) durumuna pek aldırış
etmiyorlardı. Fakat her
geçen gün kalbinde îmân meşalesi yanan, îmân devlet ve nimetine kavuşanların
sayıları kabarıyordu.
Müşrikler, ister istemez bu işi ciddiye almak zorunda kalmışlardı. Habbâb’a
(r.a.)
daha fazla işkence etmeye
başladılar. Ona vurdular, dövdüler, yaraladılar, işkence üstüne işkence yaptılar.
Şefkat ve merhametten
mahrûm müşrikler, bir gün, Habbâb’ın (r.a.) gözü önünde büyük bir ateş
yaktılar. Ateşin üzerine
yatırıp, ayaklarıyla da üzerine basmışlardı. Bu yüzden Habbâb bin Eret’in
(r.a.)
sırtında da ateş
yanıklarından izler açıkça belli idi.
Bütün bunlara rağmen Hz.
Habbâb imânından, Allahü teâlâ ve Resûlünün (s.a.v.) sevgisinden zerre
miktarı taviz vermedi. Her
an onların sevgisiyle yaşadı. Fakat eziyet ve işkenceler de son haddine
varmıştı. Bütün bu
acılarını, canından daha çok sevdiği Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) arz edip, “Yâ
Resûlallah, çektiğimiz
işkencelerden kurtulmamız için, duâ buyurur musunuz?” dedi. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdular. “Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir
tarakla derileri, etleri
soyulup, kazınırdı da, bu işkence yine onları dininden döndüremezdi. Testere
ile tepesinden ikiye
bölünürdü de, yine bu işkenceler onları dinlerinden geri çeviremezdi.
Allahü teâlâ elbette bu işi
(İslâmiyeti) tamamlayacaktır. Bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki,
hayvanına binip, San’a’dan
Hadramut’e kadar tek başına giden bir kimse, Allahü teâlâ’dan başkasından
korkmıyacak, koyunları
hakkında da kurt saldırmasından başka hiçbir endişe duymayacaktır.
Fakat siz acele
ediyorsunuz.” Resûlullah (s.a.v.) sırtını okşadı ve duâ buyurdular.
Resûlullah’ın (s.a.v.)
ruhlara gıda ve şifa olan bu latif (güzel) sözleri, Hz. Habbâb’daki acıları
dindiriverdi.
Hz. Habbâb’ın, azgın
müşriklerden Âs bin Vâil’den epeyce alacağı vardı. Onu istemek için yanına
gitti. Âs bin Vâil, Hz.
Habbâb’a “Muhammed’i inkâr etmedikçe sana alacağını vermem” dedi. Hz.
Habbâb, “Vallahi ben
ölünceye, öldükten sonra kabrimden kalkınca da asla peygamberimi red ve inkâr
edemem. Her şeyden
vazgeçerim, yine bu inkârı yapamam.” cevabını verdi. Bunun üzerine Âs bin Vâil,
“Öldükten sonra dirilecek
miyiz? öyle bir şey varsa, o zaman malım da, evladım da olacak. Borcumu,
sana o gün öderim” dedi.
Âs bin Vâil’in bu sözleri
üzerine Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde; Meryem sûresinin 77. 78. 79. âyet-i
kerîmelerinde şöyle
buyurdu: “Şimdi şu âyetlerimizi inkâr eden ve “Elbette bana mal ve evlâd
verilecektir”
diyen adamı (Âs İbni
Vâil’i) gördün mü?
O, gayba muttali mi olmuş,
yoksa Rahman’ın huzurunda bir söz mü almış?
Hayır, öyle değil, biz onun
dediğini yazacağız ve azabını da çoğalttıkça çoğaltacağız.”
Hz. Habbâb her türlü
tehlikeye rağmen müslümanlığını açığa vurmaktan çekinmediği gibi, Kur’ân-ı
kerîmi müslümanlara
öğretip, okutmak için de bütün gücünü sarf etmiştir. Resûlullah (s.a.v.) yeni
müslümanlara Kur’ân-ı
kerîmi öğretme vazifesini ona vermişti. Tâha sûresinin nâzil olduğu sıralarda
idi.
Hz. Ömer’in kızkardeşi
Fâtıma ile kocası Sa’îd bunu yazdırıp, Habbâb bin Eret’i (r.a.) evlerine
getirmişler,
okuyorlardı. Fakat bu
sırada dışarıda başka şeyler oluyordu. Ömer bin Hattâb, henüz müslüman
olmamıştı. Müslümanlar gün
geçtikçe kuvvetleniyordu. Hele Hz. Hamza’nın müslüman olması Kureyş’in
ileri gelenlerini çileden
çıkarmıştı. Ebû Cehil, bu işin önüne geçmek için, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.)
öldürülmesinden
başka çare olmadığı
görüşünü ortaya atmıştı. Ömer bin Hattâb kılıcı çekmiş yola düşmüştü.
Yolda kızkardeşi ile
kocasının Müslüman olduğu haberini alınca, onların evine uğradı. Burada
kalbinde
îmân güneşi parladı. Ömer
bin Hattâb gelince, Habbâb (r.a.) gizlenmişti. Ömer bin Hattâb’dan, kalbinde
îmân nurunun parladığını
gösteren sözler duyunca, Habbâb (r.a.) gizlendiği yerden çıktı. Tekbir
getirdikten
sonra, “Müjde yâ Ömer!
Resûlullah (s.a.v.) Allahü teâlâ’ya duâ ederek “Yâ Rabbi! Bu dinî, Ebû
Cehil ile yahud Ömer ile
kuvvetlendir.” buyurdu, işte bu devlet, bu se’âdet, sana nasîb oldu dedi.
Bilâhare
Ömer bin Hattâb, Resûl-i
Ekrem’in yüksek huzurlarına giderek Kelime-i şehâdet getirmiştir. Hz.
Ömer daima Hz. Habbâb’a
sevgi ve hürmet göstermiş, hatta halifeliği sırasında birgün onu kendi yerine
oturtmuştur.
Hz. Habbâb bin Eret,
Resûl-i Ekrem’den (s.a.v.) izin alarak Medine’ye hicret eyledi. Resûlullah
(s.a.v.) Medine’ye hicret
buyurdukları zaman Hz. Habbâb ile Harraş bin Semme’nin azadlı kölesi Temîm’i
birbirine kardeş yapmıştır.
Hz. Habbâb, Resûlullah’ın
bütün gazalarına iştirak etti. Küçük seriyyelerden bazılarında da bulunmuştur.
Hz. Ebû Bekir devrinde,
yalancı peygamberlerle yapılan muharebelere ve Suriye taraflarında
yapılan seferlere de
katılmıştır. Hz. Ömer zamanında, İran savaşlarında kahramanca savaşmıştır. Hz.
Ömer (r.a.) zaman zaman
yaptığı konuşmalarda Hz. Habbâb bin Eret’ten bahseder, onun İslâm’ın ilk
yıllarında çektiği eziyet
ve sıkıntıları ibret olarak anlatırdı.
Habbâb bin Eret (r.a.) Hz.
Osman zamanında da muharebelere katılmış, cihaddan geri kalmamıştır.
Hz. Habbâb İslâm’dan önce
çok fakîr idi. Müslüman olduktan sonra, ganimetlerle oldukça zengin
oldu. Maddî durumu gayet
iyi hâle geldi.
Habbâb bin Eret (r.a.)
Resûlullah’a (s.a.v.) yatsı namazı hakkında sormuştu. Anlatılanı unutmuş
ertesi gün tekrar sormuştu.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardı: “Bu namaz, ümit ve korku namazıdır.
Bu namazda Allahü teâlâ’dan
üç şey istenirse, hiç olmazsa ikisi kabul edilir.” Resûlullah
buyurdu ki: “Bir fitne
olacak, onda kişinin bedeni öldüğü gibi kalbi de ölecek. Kişi, mü’min olarak
akşamlayıp, kâfir olarak
sabahlar. Ve kâfir olarak sabahlayıp, mü’min olarak akşamlar.”
KAYNAKLAR:
1) El-Kâmil fi’t-târih,
cild-2, sh-99
2) Üsüd-ül-gâbe, cild-2,
sh-106
3) El-A’lâm, cild-2, sh-301
4) Hilyet-ül-evliyâ,
cild-1, sh-143
5) El-Îsâbe, cild-1, sh-416
6) El-İstiâb, cild-1,
sh-423
7) Müsned-i Ahmed bin
Hanbel, cild-5, sh-108, cild-6, sh-395
8) Tabakât-ı İbn-i Sa’d,
cild-3, sh-164